Deri vücudumuzdaki en büyük organlardan biridir ve bedenin bütünü ile ilgili çok önemli görevleri vardır; vücudu her türlü dış etkenden korumanın yanı sıra vücudun su dengesini ve ısısını düzenlemek, kalsiyum dengesini sağlamak, D vitamini sentezlemek, zararlı maddeleri vücuttan uzaklaştırmak ve solunum yapmak. Ama her şeyden önce deri sağlığın aynasıdır.
Deri hastalıklarının çoğunun ortak noktası bozulmuş bağırsak florasıdır. Yeterince emilim ve toksin atılımı gerçekleştiremeyen beden biriken toksin yükünden kurtulmak için deriyi kullanır ve sebebi bilinmeyen deri hastalıkları olarak ortaya çıkar.
Kafa derisi, diz ve dirseklerde görülen; kırmızı renkli ve üzerinde sedefimsi beyaz pullar bulunan yaralar şeklinde ortaya çıkması sebebiyle sedef hastalığı olarak bilinir. Psoriasis (sedef) toplumun % 1-3’ünü etkileyen ve süreklilik gösteren (kalıcı) bir deri hastalığıdır. Sedefin ömür boyu süren alevlenme ve iyileşme dönemleri olabilir.
Çoğu insan için sedef hafif seyretmeye meyillidir. Bazen o kadar hafif seyredebilir ki hastalar sedefleri olduğunu bile bilmezler. Ancak sedef bir kaç döküntü ile sınırlı olabileceği gibi bunun tam tersi bir şekilde vücutta geniş alanları tutabilir. Psoriasis ailesel özellik gösterebilmesine rağmen, kişiden kişiye bulaşma özelliğine sahip değildir.
Sedef hastalığın nedeni tam olarak bilinmemektedir. Bununla beraber son zamanlarda yapılan araştırmalarda beyaz kan hücrelerindeki anormal fonksiyonun derideki enflamasyonu uyardığı saptanmıştır. Bağışıklık sistemi bilinmeyen bir sebeple tetiklenerek deri hücrelerinin büyümesini hızlandırır.
Normal deri hücreleri 28-30 günde olgunlaşır ve deri yüzeyinden fark edilmeden dökülür. Sedef hastalığında ise deri hücreleri sadece 3-4 günde olgunlaşır ve hücreler yüzeyde yığılarak deriden kalkık kırmızı lezyonları oluşturur.
Derideki herhangi bir kesik, sıyrık veya yanıktan 10-14 gün sonra bu alanlarda sedefe ait bulgular çıkmaya başlar. Sedef hastalığı boğaz enfeksiyonu gibi bazı enfeksiyonlardan ve bazı ilaçların alımından etkilenir. Kış aylarında cildin kuruması ve güneş ışığının azalması nedeni ile alevlenmeler görülür. Ayrıca bağışıklık sisteminin zayıflığı ve barsak flora bozukluğu sedefin ortaya çıkmasını tetikleyen etkenlerdir.
Sedef hastalığının şiddeti, süresi, vücutta dağılımı ve şekli kişiden kişiye değişiklik gösterir. Çocuklardaki hastalık ile erişkinlerde ve yaşlılardaki hastalık, farklı özellikler gösterebilir. Çocuklarda yeni başlamış olduğu için küçük çaplı ve kırmızı renkli, üzeri kepekli belirtiler görülür.
Sedef sıklıkla açık kırmızı renkli lekeler şeklinde başlar. Zaman içinde genişleyerek üzerinde pullar görülür. Yüzeydeki pullar kolaylıkla kaldırılabilirken, altta yerleşenler deriye daha yapışıktırlar. Bu kabuklar kaldırıldığında deri kanamaya hassasiyet gösterir.
Bu kırmızı alanlar genişleyerek oldukça büyük alanları kaplayabilirler. Diz, dirsek, kasıklar ve cinsel bölge, kollar, bacaklar, avuç içi ve ayak tabanı, saçlı deri sedefin sık görüldüğü alanlardır. Sedef genelde aynı alanlarda görülme eğilimindedir. Tırnaklarda ince çukurcuklar meydana gelebilir. Tırnaklar kalınlaşabilir ve yatağından ayrılabilirler.
Yaşlılarda ise, hastalık uzun süreden beri devam ettiği için daha büyük çapta, çocuklardakine oranla daha soluk renkte ve deri kalınlaşması halinde belirtiler şeklinde görülür. Ancak hastalığın alevlendiği dönemlerde, yaşlılarda bile kırmızı ve kepekli belirtiler ortaya çıkar. Sedef hafif veya orta derecede seyredebileceği gibi sakatlığa yol açaçak derecede ciddi de seyredebilir.
Psoriasis genellikle çocukları ve genç erişkinleri etkiler. Genellikle bir boğaz enfeksiyonunu takiben yağmur damlası biçiminde küçük kırmızı, üzeri pullu noktacıklar şeklinde ortaya çıkar. Haftalar veya birkaç ay içinde kendiliğinden geriler. Psoriasis hastalarının bir kısmında bir eklem rahatsızlığı da bulunabilir. Deri tutulumu yaygın olduğunda eklem bulguları da şiddetlenir. Bazen de deri lezyonları iyileştiğinde eklem bulguları da geriler.
Hayır. Sedefin değişik şekilleri vardır. Çocuklardaki hastalık ile erişkinlerde ve yaşlılardaki hastalık, farklı özellikler gösterebilir. Çocuklarda yeni başlamış olduğu için küçük çaplı ve kırmızı renkli, üzeri kepekli belirtiler görülür. Erişkinlerde her tür belirti görülmekle birlikte, genellikle çocuklardakilere benzeyen daha büyük çapta belirtiler vardır.
Yaşlılarda ise, hastalık uzun süreden beri devam ettiği için daha büyük çapta, çocuklardakine oranla daha soluk renkte ve üzerinde kepekten çok deri kalınlaşması halinde belirtiler görülür. Ancak hastalığın alevlendiği dönemlerde, yaşlılarda bile kırmızı ve kepekli belirtiler ortaya çıkar.
Sedef hafif dereceden, ortaya ve sakatlığa yol açaçak derecede ciddi şiddette seyredebilir.
Sedef, kadınlarda erkeklerden biraz daha sık görülür. Çoğunlukla 15-35 yaş arasında ortaya çıkar. Bununla birlikte bebekler ve yaşlılar dahil herhangi bir yaşda görülebilir.
Sedef için özel bir kan testi veya tahlili yoktur. Teşhis genellikle doktor tarafından derinin muayenesi ile konur. Nadiren, deri biyopsisi gerekir. Tırnaklarda küçük çukurcukların varlığı sedefin göstergesidir.
Hayır. Sedef bulaşıcı değildir. Yakalanabileceğiniz veya geçirebileceğiniz bir hastalık değildir. Sedef lezyonları göze hoş görünmeyebilir, fakat mikrobik bir hastalık veya açık bir yara olarak düşünülmemelidir. Sedefli bir kişi, diğer insanların sağlığını tehdit etmez.
Sedef, en sık saçlı deri, diz, dirsek ve gövdeyi tutar. Fakat tırnaklar, el ayaları, ayak tabanları, genital bölge ve yüz (nadirdir) dahil her yerde görülebilir. Lezyonlar genellikle simetriktir, yani vücudun sağ ve sol taraflarında aynı yerde ortaya çıkarlar.
Sedef hastalığı saç dökülmesine yol açmaz. Ancak saçı çevreleyen çok kalın kabukları sökmeye çalışırken saçlarınız dökülebilir. Ayrıca bazı ilaçlar da geçiçi saç dökülmesi yapabilir.
Evet. Özellikle alevlenme dönemlerinde deriyi kaşımak, ovmak, kabukları koparmak yeni döküntülere yol açabilir.
Doğal güneş ışığının sedef üzerine olumlu etkisi vardır. Ancak yanacak kadar güneşlenmek sedefi alevlendirebilir.
Evet. Kış aylarında nem oranının azalması derinin kurumasına ve kaşınmasına yol açar. Kaşımak da sedefi alevlendirebilir. Bu nedenle nemlendirici krem ve merhemlerin daha fazla kullanılması gerekir.
Evet. Sedefin ne anneye ne de bebeğe bir zararı yoktur. Gebelik esnasında sedef iyileşme gösterebilir veya kötüleşebilir.
Kalıtımın hastalığın gelişiminde önemli bir rolü olmasına rağmen, sedefe kimin yakalanacağını tahmin etmek mümkün değildir. Vakaların üçte birinde ailede sedef hastalığı vardır. Ancak, tespit edilmiş bir kalıtım şekli yoktur. Deriye fiziksel travma, infeksiyonlar (farenjit), psikolojik stres ve bazı ilaçlar gibi çevresel faktörler ailesinde sedef hastalığı olmayan kişilerde bile sedefin başlamasını sağlayabilirler.
Sedef hastalığına yatkınlık ebeveynlerden çocuğa geçebilir. Ancak bu çocuğun kesin sedef olacağı anlamına gelmez.
Sedefe yatkınlığı olan kişilerde psikolojik stres ve sıkıntılar sedefi başlatabilir veya var olan sedefin artışına yol açabilir.
Sedefli hastaların %10-30’unda eklem hastalığı (artrit) gelişebilir. Sedef artriti genellikle el ayak parmaklarını etkiler ve hafif seyirlidir.
Sedefli hastaların büyük bölümü normal görevlerini yapabilir. Sedefin istenmeyen görünüşü nedeniyle bazen kendilerine olan özgüvenleri daha az olabilir. Sedef genellikle toplum tarafından yanlış bilinir, bu da sosyal ilişkilerde sedeflileri utangaç yapar. Gerginlik, kızgınlık, utangaçlık ve depresyon gibi ruhsal problemler görülebilir. Sedef eğer hastalık görünür yerlerde ise hastanın çalışma hayatını etkileyebilir.
Deri, tırnak ve kafa derisini muayene ederek tanıyı koyarlar. Tanı da eğer bir şüphe var ise biyopsi alınır.
En sık görülen alerjik rahatsızlıklardan birisidir, deride kabarıklık, kaşıntı, şişme ile kendini gösterir. Bu şişme derialtı dokularda olduğu zaman buna anjioödem denir. Yüz, dudak, dil, boğaz, göz veya kulaklarda oluşabilir. Larinkste şişme olursa hava yollarında ani tıkanma meydana getirerek tehlikeli olabilir. Deri yüzeyinde çok çabuk birkaç dakika içinde meydana gelebilirler. Kaşıntı ile başlar, deride kızarma ve şişkinlik oluşturur. Şekilleri çok değişkendir. Bazen yuvarlak ufak noktacıklar halinde bazen de çevresi düzensiz ortaları uçuk renk alarak bir haritayı andırabilirler. Ürtikerlerin belirgin özelliği çabuk ortaya çıkıp kaybolabilmeleridir. Kaybolduktan sonra aynı yerde aynı yerde veya vücudun herhangi başka bir noktasında tekrar edebilirler. Birçok nedenlerle ürtiker görülebilir. Bunların içinde en tehlikeli olanı ilaç ve besin alerjileridir.
Spinal ya da serebral ganglionun herpetik enfeksiyonudur. Bu durumda ganglionun innerve ettiği dermatomal segmentte şiddetli bir ağrıya yol açar. Böylece vücudun bir yarısının etrafında segmenter hiperaljezi ve hiperestezi ortaya çıkar. Bu segment en düşük direncin olduğu yerdir. Takip ve tedavi edilen hastaların çoğunda herpes zoster nevraljisinin ortaya çıkmasının altında asıl nedenin bağışıklık sisteminin zayıflığının yattığı bilinmektedir. Virüs sinir köklerinde aktif olmayan bir şekilde yaşamını sürdürür ve yeniden aktifleştiğinde Zona gelişir. Suçiçeği geçiren kimselerin % 20 si Zona geçirir. Virüsü uyandırıp aktifleştiren neden bilinmemektedir. Vücudun enfeksiyonlarla baş etmesini sağlayan bağışıklık sistemindeki bir güçsüzlük virüsün çoğalmasına ve sinir boyunca deride yayılmasına neden olur. Çocuklar bile Zona geliştirebilmesine rağmen, genellikle 50 yaşın üzerinde rastlanır. Hastalık, travma, stres gibi faktörler zona geçirilmesine neden olabilir.
Herhangi bir nedenle bağışıklık sistemi zayıflayan kişi zona geçirebilir. Bu kişilerde hastalık ciddi seyretmeye eğilimlidir. Bağışıklık sisteminin zayıfladığı lösemi, lenfoma gibi kanserler ve de AIDS de zona sık görülür. Kanser kemoterapisi ve radyoterapi, organ naklinde kullanılan ilaçlar, uzun süreli kortizon kullanımı bağışıklık sistemini baskılayabilir.
Zonanın ilk bulgusu derinin belirli bir bölgesinde yanma batma tarzında ağrı ve duyarlılık artışıdır. Bu ağrı döküntünün gelişmesinden 2-3 gün önce döküntü alanında başlar. Bu arada baş ağrısı ve ateş olabilir. Bu alanda daha sonra kızarıklık ve şeffaf su kabarcıkları gruplar halinde oluşur. Bu kabarcıklar 2-3 hafta kadar sürer. Bu kabarcıklar koyu renkli kan ile dolar, sonra kabuklanır ve iyileşmeye başlar. Ağrı daha uzun süre sürebilir. Nadir olarak döküntü hiç görülmemeksizin de ağrı olabilir.
Ağrı sıklıkla ağrı kesici ilaçlar kullanmayı gerektirecek kadar şiddetlidir.
Zona genellikle gövdede ve kalçalarda görülür. Fakat yüz, kol ve bacaklarda da görülebilir. Gözde kalıcı hasar bırakabildiği için göz de hastalık görüldüğünde dikkatli bir bakım gerekir. Burun ucunda su kabarcığı oluşmuşsa bu göz tutulumunun olduğunu gösterir. Bu durumda muhakkak Göz Hastalıkları uzmanı tarafından muayene yapılmalıdır.
Deri döküntüleri geriledikten sonra Zonaya ait ağrı kalabilir. Özellikle yaşlı hastalarda ağrı aylar ve yıllar boyu kalır. Zonanın erken evrelerinde tedaviye başlamak ağrı gelişimini engelleyebilir. Su kabarcıklarında bakteri enfeksiyonu gelişebilir ve bu yaraların iyileşmesini engeller. Bu durumda antibiyotik tedavisi gerekebilir. Diğer bir durum Zonanın tüm vücuda ve diğer organlara yayılmasıdır. Nadir olarak görülen bu durumda bağışıklık sistemi baskılanmıştır.
Tanı su kabarcıklarının tipik görüntüsü ve döküntü başlamadan önce vücudun tek tarafında ağrı olması ile konulur. Gerekirse incelenmek üzere su kabarcıklarından örnek alınabilir.
Zona daha evvelden suçiçeği geçirmemiş kişilere bulaşabilir, fakat bu kişilerde zona değil, suçiçeği gelişir. Zona, su çiçeğine göre daha az bulaştırıcıdır. Zona su kabarcıkları patladığında bulaştırıcı hale gelir.Yeni doğanlar ve bağışıklık sisteminde yetmezlik olanlar zonalı kişilerden virüsü alarak suçiçeği geliştirmeye eğilimlidir. Zonalı hastalar nadiren hastaneye yatırılarak tedavi edilme ihtiyacı gösterir.
Hastalık bağışıklık sistemi bozuk olan kişilerde yaşlılarda ve ikincil olarak bakteri enfeksiyonu gelişenlerde iz kalır.
Tedavinin asıl amacı tutulan segmentlere göredir. Esas amaç ağrıyı azaltmak, dolaşımı ve metabolik prosesleri artırmaktır. Ağrı kesici ve soğuk pansumanlar faydalı olur. Tedavinin erken başlanması önemlidir. Günde 3-4 kez kurutucu pansumanların uygulanılması ağrıyı azaltır.
Atopik dermatit sanayileşmiş toplumlarda önemli bir sağlık sorunu olarak karşımıza çıkarken, gelişmekte olan ülkemizde ise sıklığı giderek artış göstermektedir. Atopik dermatit, kronik seyirli, kaşıntılı bir deri hastalığıdır. Her yaşta görülebilmekle birlikte hastaların %90’nında 5 yaşından önce, %50’sinde ikinci aydan sonra başlamaktadır. Çocukluk çağının en sık rastlanan kronik deri hastalığıdır.
Hastalığının sıklığı ikinci dünya savaşından sonra giderek artmıştır. Sanayileşme, kentleşme ve iklim değişiklikleri hastalığın sıklığını etkilemektedir. Ülkemizde ise 6-13 yaş arası çocuklarda %4,3, 10-11 yaş arası çocuklarda % 8,1 oranında görülür.
Hastalık çevresel ve genetik faktörlerin etkileşimi sonucu gelişmektedir. Ailede allerji olması önemli bir risk faktörüdür. Hangi yaşta olursa olsun yaşam kalitesini olumsuz etkiler. Her iki ebeveynde de allerji varsa risk üç katına çıkmaktadır.
Atopik ekzema bebeklik, çocukluk ve erişkin dönemde seyri ve klinik özellikleri ile farklılıklar göstermektedir. Bebeklikte daha kızarık, sulantılı, yüz ve kol-bacak dış yüzüne yerleşmiş deri belirtileri varken, yaş ilerledikçe deri kalınlaşır, kabalaşır ve renk koyulaşır. Daha çok göz kapakları, diz-dirsek iç yüzleri ve boyuna yerleşir. Her dönemde deri kuru ve kaşıntılıdır. Olguların %20 ile 30’unda iki yaşın sonunda deri lezyonları geriler. Kaşıntı, en önemli bulgudur. Akşama doğru, terleme ve yünlü kıyafetlerin giyilmesiyle artış gösterir.
Hastalığın şiddetine, yaşa ve yaygınlığa göre dışardan ilaçlar, ağızdan ilaçlar veya güneş ışınları ile tedavi (fototerapi) uygulanabilir. Tedavi edilmezse enfeksiyon eklenebilir. Bebeklik döneminde anne sütünün koruyucu olabileceği düşünülmektedir. Korunmada en önemli nokta alerjen ve tahriş edici maddelerden kaçınılmasıdır. Kimyasallar, alkalin sabunlar, ev tozu akarları bunların başında gelmektedir.
Deriyi düzenli nemlendirmek büyük önem taşır. Günlük 10-20 dakikalık ılık banyo sonrası ilk üç dakika içinde derinin nemlendirilmesi, derinin bariyer fonksiyonunu ve nem oranını arttırır. Köpük banyolarından ve kokulu banyo tuzlarından kaçınılmalıdır. Klorlu havuzlarda yüzülmesi, sıcak jakuzilere girilmesi deride irritasyonu arttırır. Kıyafet olarak yünlü ve sentetik kıyafetlerden kaçınılması ve pamukluların giyilmesi önerilmektedir.
Her türlü kızartılı, su dolu kabarcıklar, sulantı, kahverengi, kalınlaşmış deri döküntülerini tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Örnek olarak dermatit, alerjik kontakt dermatit, seboreik dermatit, atopik dermatit, numuler dermatit verilebilir. El Ekzaması en yaygın türüdür.
El ekzaması çok sık görülen bir deri rahatsızlığıdır. Pek çok insanda basit kuruluk gibi başlar. Ekzama zamanla lekeli, kızartılı, kabuklanan, şişlikler halinde kendini gösterir. Çok sayıda farklı madde eli tahriş edebilmektedir. Bunlardan en sık görülenler; ellerin uzun süreli ve sık suyla teması , çok kuru ve soğuk hava, sabunlar, deterjanlar, çözücüler, temizlik maddeleri, kimyasallar, kauçuk eldiven, takılar ve deri bakım ürünleridir.
Deride kızartı ve kuruluk geliştikten sonra , su veya bebek ürünleri gibi zararsız olarak değerlendirilen maddelerle temas dahi elleri tahriş etmekte ve ekzama tablosunu daha da kötüleştirmektedir. Deriniz kullanmakta olduğunuz tahriş eden ürünün uzaklaştırılmasıyla kısa sürede belirgin olarak düzelecektir.
Deri reaksiyonlarına yatkınlık sıklıkla kalıtsaldır. Bu yatkınlığı olan bireylerde saman nezlesi veya astım öyküsü veya gıda alerji öyküsü bulunabilir. Bu tabloya Atopik dermatit veya ekzama adı verilir. Bu kişilerde diğer insanlarda deri tahrişine neden olmayan maddelerle temasla dahi kızartı , kaşıntı alerjik yanıtlar gelişebilmektedir.
El ekzaması bulaşıcı değildir. Mantar enfeksiyonları bazen egzemayı taklit edebilmekle birlikte basit testler ile ekzamadan ayırt edilebilir. Eldeki döküntüler tedavinin başlangıcında bir süre daha kötü hale gelebilir, fakat genellikle kısa sürede iyileşme periyoduna girecektir. İyileşen döküntüler üzerinden yeni ekzama alanları tekrar oluşabilir.
Tinea Pedis ayağın mantar enfeksiyonunu belirtmek için kullanılan bir terimdir. Mantarlar yaşayan mikroorganizmalardır ve her insanda büyüyüp çoğalırlar. Bu enfeksiyonun oluşmasında kişilerin ayak ve ayakkabı hijyeninin önemi büyüktür.
Geleneksel olarak çıplak ayakla dolaşan kişilerde gelişmemektedir. Ayağın terli, nemli ve yetersiz havalanıyor olması etken mantarların gelişmesi için birebir ortamlardır.
Mukozal membrandaki mantar hastalıkları daima zayıflamış immün sistemin göstergesidir. İmmünsupressifler (sulfanamidler, antibiyotikler ve kortizon vs) intestinal florayı bozarak bağırsaktaki mantar enfeksiyonlarına sebep olur. Böylece bağırsağın kendisi bozucu alan haline gelir ve immünosupresyona neden olur.
Mantarlar nemli - ıslak ortamlarda büyümeyi sevmektedir. Terleyen ayak, yıkandıktan sonra kurulanmamış ayak, sıkı ayakkabılar ve çoraplar, sıcak iklim, mantar gelişimini kolaylaştırmaktadır. Mantar enfeksiyonu değişik kişilerde, değişik klinik görüntüler verebilir.
Parmak aralarında soyulma, kabuklanma, çatlaklar, ayak tabanında kızartı, kabuklanma, kepeklenme, su dolu kabarcıklar, kaşıntı gibi birbirinden farklı şekillerde görülebilir. Ayak tırnakları da bazen enfekte olabilmektedir. Mat, rengi değişmiş, kalınlaşmış veya tırnağın şeklini yitirmiş, tırnak gibi değişik klinik görüntülerle karşımıza çıkabilmektedir.
Tedavi edilmediği taktirde ayakta oluşan çatlamalar ve deri bütünlüğünün bozulması bakteriyel enfeksiyonların gelişimini kolaylaştıracaktır.
Direk muayene, direkt gözle inceleme dışında, deri kepeğinin mikroskopta incelenmesi, wood lamba muayenesi ve alınan deri kazıntılarının mantar üreme ortamında ekilerek üremenin olup olmadığına bakılmasını ( kültür) da içermektedir.
Mantar tanısı konulur konulmaz tedavi başlatılmalıdır. Basit vakalarda sadece anti-fungal kremler yeterli olabilir. Daha ciddi vakalarda ayakları yıkamak için özel sabunlar kullanılır. Tırnak tutulumunu tedavi etmek oldukça güç olabilir. Deri daha iyi görünüyor diye tedavinin kesilmesi halinde mantar tekrarlayabilir ve bu kez anti-fungal tedaviye direnç gelişebilir. Bu durumda daha komplike tedavilere ihtiyaç duyulabilir. Prokain tedavisi ile azalmış immünite artırılmış olur.
Deri hastalıklarında sıklıkla bağırsak flora bozukluğu bozucu alan olarak karşımıza çıkar. Bu sebeple özellikle kronik cilt hastalıklarında bağırsak florası, bağırsak maya mantar varlığı, bireysel besin duyarlılık analizi yaparak yine bireysel tedavi düzenlemek gerekir.
Cilt hastalıklarının pek çoğunun psikosomatik olduğu söylenir. Bu deri ile bağırsakların birbiri ile olan ilişkisinden kaynaklanmaktadır. Psikoloji ve bağırsak fonksiyonları arasındaki ilişki anatomik olarak da gözlenebilir. Kronik psikolojik hastalıkların tedavisinde, bağırsak florasının düzenlenmesi, bu bölgede meydana gelen disfonksiyonların nöralterapi yardımıyla giderilmesi, bağırsak kaynaklı enflamasyonlarda biyolojik bağırsak florası için probiyotik ortomoloküler besin takviyeleri, rektal ozon tedavisi ve kinezyolojik olarak regülasyon takibi yapılması son derece etkili olmaktadır.